İlk gençliğinizin geçtiği sokaklar, Taksim-Tünel arasındaki o yol, Beyoğlu’nun atmosferinin şimdiki zamana yansımasını bize anlatır mısınız; sanat yaşamınızı nasıl etkiledi?
Bu tip konularda, ıslak bir nostaljiye girmenin manasız olduğunu düşünüyorum. Fakat bütün bu normalleşme sürecinde, Beyoğlu para haracamadan var olamayacağın bir yer haline geldi. 1990’lar sonunda, bahsettiğin dönemde geçirdiğimiz zamanın özelliği, Beyoğlu’nun ne tükettiğinle değil, ne ürettiğinle alakalı bir alan olmasıydı.Otoritelerin ve bürokrasinin dünya tarihinin geri kalanı boyunca anlamayacağı şey; alt kültür mü dersin yan kültür olarak mı tanımlarsın bilmiyorum ama bu kültürlerin varlığının bir özgürlük alanı olup, bunun aslında varoluşsal bir ihtiyaç olduğu. Özgürlük kavramının, toplumsal otoritelerin gözünde ne denli bir değer taşıdığı da tartışlır gerçi, o ayrı.Beyoğlu gibi alt kültür alanları, aynı zamanda bir benzerlik ötesi, bireysel kimlik arayışı alanları da. Genç insanların birey olabilmesi, kendini bir başkasının gözüne ihtiyaç duymadan tanımlayabilmesi, kendini anlayabilmesi için bu tip alanlara ihtiyaç var. Bu alanlar normalize edildiğinde, basık, sıkışık bir sıradanlıktan başka bir ihtimal kalmıyor. İnsanın kimliği ve özgürlüğü, temelde ne tükettiği değil, ne ürettiği ile alakalı. Sıradanlık ise, kişinin önemi ve özgürlüğünün ne ve ne kadar tükettiğiyle direkt korelasyonda olduğunu dikte eder. Zaten bahsettiğim normalleşme de bu sıradanlığın, şehirdeki bütün bireysellik alanlarına bir hastalık gibi yayılıyor olması.
Bir okul öğrencisi olmayı hiçbir zaman sevmedim. Buna rağmen, Alman Lisesi’ne borçlu olduğum bir şey yok demek de olmaz. Alman eğitim anlayışının temelinde, birey yetiştirmek değil, var olan sistemler içerisinde en verimli olacak insanları yetiştirmek yatıyor. Bu yüzden de genelde ya ciddi biçimde düzen ve sıradanlık bilincine sahip ya da aynı ciddiyetle bireyselliğine düşkün kişiler yetişiyor. Bu tabii bazı konularda çok şanslı olmadığım anlamına gelmiyor. Mesela Jean Paul Sartre’in Bulantı’sını bana, hâlâ Alman Lisesi’nde Din Kültür ve Eğitimi öğretmenliği yapan İsmail Coşkun vermişti. Tanıdığım kimsenin bu kadar aydınlık bir din öğretmeni olduğunu sanmıyorum.